[İnceleme] Doctor Who - 1. Sezon / 2. Bölüm - The End of the World


Spoiler İçerir

Doctor Who
Type: Series
Title: Doctor Who
Year: 2005
Release date: 17-03-2006
Run time: 45 min
Genre: Adventure, Drama, Family
Writer: Sydney Newman
Actors: Jodie Whittaker, Peter Capaldi, Pearl Mackie
Plot: The further adventures in time and space of the alien adventurer known as the Doctor and their companions from planet Earth.
Language: English
County: United Kingdom
Awards: 118 wins & 213 nominations total
Production: BBC Wales
Votes: 207,250
Rate: TV-PG
Ratings: Internet Movie Database: 8.6/10
#1
İlk defa TARDIS'in içini görerek başlıyoruz bu bölüme. Ne kadar da havalı öyle değil mi? O garip duvarlar, yeşil ama loş bir ışık... Üstüne üstlük Doktor'un "Ne kadar ileriye?" diye sorması ve Rose'un "Yüz yıl" demesi. Böylelikle Rose geçmişini bir nevi arkasında bırakıp geleceğe gitmiş oluyor. Ama yetmez. Daha da ileri, daha da ileri ve sonunda Dünya'nın sonundayız. Yıl 5.5/Apple/26, zamanımızdan 5 milyar yıl sonrası. Günümüzde geçen ilk bölüm sonrası hemen ikinci bölümde bu kadar uç sayılabilecek bir karar ile 5 milyar gibi aşırı uzun bir zamana yolculuk etmemiz harika bir tercih olmuş. Yani TARDIS denen bu gizemli alet, gerçekten de Doktor'un iddia ettiği gibi zamanda ve uzayda dilediği gibi yolculuk edebiliyor, ayrıca yakıt masrafı da yok. Bu kadar komplike, aklımızın alamayacağı kadar sıradışı ve teknolojik bir alet bu TARDIS. Bununla birlikte Doktor ve Rose seyahat edecekleri yılı kararlaştırmaya çalışıp zamandan zamana atlarlarken Doktor'un TARDIS'i kullanma şekli, TARDIS'in bu gelişmişliğine çok güzel bir tezat oluşturuyor. Böylesine muazzam bir aletin daha dijital, daha otomatik olmasını beklerdik sanırım fakat Doktor'un bir şeyleri çevirmesi ve döndürmesi, düğmelere basıp kolları çekmesi ve vanaları kapatması, sonrasında da "Kapıdan çık, burası 22. Yüzyıl!" demesi, TARDIS'i tüm bu saydığımız özelliklerinin yanısıra şaşırtıcı bir şekilde analog yapıyor.

En nihayetinde kapıdan çıkıyoruz. Rose'un gördükleri oldukça hayret verici. Biz de en az onun kadar şaşırmıyor değiliz, Dünya, Güneş'e oldukça yakın ve Güneş patlıyor! Artık nereye geldilerse, içinde oldukları yere Güneş'in patlamasına rağmen hiçbir şey olmuyor. Teknoloji gerçekten çok gelişmiş, ağzımız hafif açık izliyoruz tabii bu patlamayı.

Rose, hepimizin aklındaki soruyu soruyor Doktor'a, "Bunun için mi buradayız?", "Yani, senin yaptığın şey bu mu?", "(Dünya'nın patlayacağı) son dakikada Dünya'yı mı kurtaracaksın?". Böyle sorarken düşünüyorum da, evet, Doktor böyle biri, hep Dünya'yı ve insanlığı kurtarır. Fakat Doktor, bu ve diğer tüm bölümler için referans olabilecek bir cümle kuruyor, "Kurtarmayacağım, zaman doldu". Evet, öyle görünüyor ki bazı durumlarda Doktor, bazı insanları ve/veya bazı şeyleri kurtarmayacak. Bunu hangi duygularla yapacak, henüz bilemiyoruz.

Tam bu sırada mavi renkli bir beyefendi geliyor ve siz de kimsiniz diyor haklı olarak. Oldukça da sinirleniyor. Doktor'un karakteri öyle neşeli ki, sadece gülüyor, lütfen sakin olun diyor ve bizi şaşırtacak başka bir şey çıkartıyor ceketinin cebinden: kimlik koyulan yerinde boş bir kağıt olan cüzdan. Kağıdı mavi beyefendinin yüzüne doğrultup kendinin ve Rose'un misafir olduğuna inandırıyor. Mavi beyefendinin tam olarak kağıda bakıp da ne gördüğünü bilemiyoruz, oldukça şaşırmış ve inanmakta güçlük çekiyor gibi gözüküyor. Kafası en az bizim kadar karışmış olan Rose'a dönen Doktor kağıdı gösterip bunun psişik bir olduğunu, kağıdı gösterdiği kişiye, Doktor ne görmesini isterse onu gösterdiğini açıklıyor. Milyon yılın icadı! Öyle ki kağıt cüzdanın içinde biraz yamuk duruyor, kenarları da biraz buruşuk ama Doktor'un da tabiriyle, kağıt da zaten biraz psişik. Her halükarda Doktor bunu ileride daha çok kullanacak gibi görünüyor, sevdim!

Ve geliyoruz, Doctor Who'nun kendi cantina sahnesine. Bilmeyenler ya da unutanlar için söylemekte fayda var, cantina sahnesi, Star Wars - A New Hope filmindeki,  Luke Skywalker, Obi Wan Kenobi, C3-PO ve R2-D2'nun Mos Eisley'de bir cantina'ya girdiği (hatta robotların içeri alınmadığı), Han Solo, Chewbacca ve diğer çeşitli uzaylı ırkları, yaratıkları ve insansıları bize gösteren, onların hayatlarını, gezegenlerini, geçmişlerini, mesleklerini, neden orada olduklarını, nereden geldiklerini gibi bir çok şeyi bize arkada kantin bandosunun çaldığı muhteşem müzikle merak ettiren çok güzel ve oldukça popüler bir sahne. Bu sahnenin bir diğer özelliği de, izlediğimiz filmin evreninin ne kadar geniş ve uçsuz bucaksız olduğunu, ana karakterlerimizden bağımsız olarak ilerleyen bölümlerde, sahnelerde nelere şahit olabileceğimizi şimdiden kanıtlaması. İşte Doctor Who'nun kendi cantina sahnesi de, mavi beyefendinin değişik isimlerdeki davetlileri tanıtarak içeri buyur etmesi. Bu sahnede ilk defa farklı yaratıkları, insansıları, varlıkları, uzaylıları, artık ne şekilde adlandırmak isterseniz, görüyoruz ve merak ediyoruz. Biz tabii bir yandan uzaylıları incelerken, bir yandan da mavi beyefendinin onların değişik isimlerini, geldikleri yerleri ve uğraşlarını dinleyip Rose'un yaşadığı şaşkınlığı yaşıyoruz. Acaba daha ne tür uzaylı ırkları göreceğiz, onların yaşamlarına, gezegenlerine, şehirlerine tanık olacağız diye büyük bir merak uyandırmayı başarıyor dizi içimizde, çok güzel bir his bu.

Örneğin tesisatçı hanımefendi. Kendisi ölmeden önce çok kısa bir sahneyle giriyor hayatımıza ama çok da etkili oluyor. Rose'un ilk defa uzaylı biriyle iletişime geçtiği kayıtlarımıza geçtiği bu sahnede, "Hala tesisatçılara gerek var mı?" ve "Nerelisin?" diye sorduktan sonra "Umarım vardır, yoksa işsiz kalırım!" ve "Crespallion" cevaplarını veriyor tesisatçı hanımefendi. Rose'un konuşma tarzı, tonlamaları, sanki günümüzde herhangi bir insanla rastgele konuşuyormuşçasına sohbet ediyor gibi olmasını çok sevdim. Halbuki tesisatçı hanımefendi Rose'dan 5 milyar daha sonra doğmuş uzaylı bir tür ve aralarında geçen konuşma tüm bunlara rağmen çok samimi, Rose bunu bilmesine rağmen çok doğal, bu da bu sahneyi izlenmesi daha keyifli hale getiriyor. Üstelik, "Crespallion" cevabını alan Rose, "Orası bir gezegen, değil mi?" diye soruyor, sanki arka sokağındaki fırını sorarmışçasına. "Hayır. Crespallion, Jaggit Brocade'in Scarlet Kavşağı'na bağlandığı yer, Konveks 56." şeklinde tarif eden tesisatçı hanımefendi de aynı rahatlık var, sanki herkesin bilmesi gerekirmiş gibi! Rose'un bu esnade yüzündeki şaşkınlık bizim yüzümüzde de yok değil. Tabii 5 milyar yıl sonra bile köleliğin olması, onun ancak efendisi izin verirse konuşabilmesi de oldukça etkileyici ve üzücüydü.

TARDIS ile ilgili yeni bir bilgi edindiğimiz kısımda öğreniyoruz ki meğerse uzaylıların İngilizce konuşmasının nedeni, bize TARDIS'in telepatik alanı beynimizin içinden geçerek simültane çeviri yapıyor olmasıymış. Rose da bundan rahatsız oluyor ve Doktor "Hiç böyle düşünmemiştim!" diyor. Küçük bir sahne gibi görünse de aslında ahlaki açıdan bir makinenin beynimize telepatik olarak girip başkalarının konuşmalarını İngilizce (ya da herhangi bir dilde) duymamızı sağlayan bir teknolojinin eleştirisi olarak yorumlamak hiç de zor değil, -ki bunu yapabilen bir makine daha başka neler yapar acaba diye sormadan da edemiyor insan. Üstelik anlaşılan tesisatçılar için hala iş var ama tercümanlık mesleği çoktan ölmüş...

Çok daha garip bir sahne ise, Rose'un hemen bu konuşmanın arkasından patlamış Güneş'in ve patlamak üzere olan Dünya'nın manzarasının önünde, günümüzden 5 milyar yıl sonra, Nokia 3200 telefonunu çıkarıp sinyal yok demesiydi. Biz tam "ya ne bekliyordun?" demek üzereyken, Doktor'un tam da Nokia 3200'ın batarya haznesine ve batarya çiplerine uygun bir cihazı ceketinin cebinden çıkarıp bataryanın yerine takması ve bir hokus-pokus yapmasıyla şok olduk. Soracak çok soru var ama sormaya çekiniyorum. Yalnızca demek ki Doktor'un cebi de belki TARDIS gibidir ve kötü günlerde lazım olabilecek, uzay ve zaman boyunca yapılmış her cihaz için birer aleti yanında taşıyordur diye düşünüyorum kendi kendime. Şaka bir yana, komik ama abes gelmeyen güzel bir sahneydi, her ne kadar Rose'un 5 milyar yıl öncesini arayıp annesiyle telefonda görüşmesini beynim tam olarak kavrayamamış olsa da, o sahnenin yaşatmak istediği ben şahsen aldım. Bu yüzden şikayet etmiyorum. İlginç bir adam bu Doktor, orası kesin!

Aklıma takılan, "başka türlü olsaydı sanki daha iyi olurdu!" diyebileceğim iki şey daha var. Bunlardan ilki, robot örümceğin tek tuşla güneş filtresini kaldırabilmesi ama mavi beyefendinin bunu engelleyememesi veya bir şekilde geri alamaması ilginç geldi. Son teknoloji ürünü bir uzay platformundaki en kritik parçanın, Güneş filtresinin, sanki daha fazla ve daha farklı güvenlik önlemleri ile kaldırılabiliyor olması gerekirdi gibi düşünüyorum. Ama yine de bunu savunacak olmam gerekirse de, platform zaten sahibi olduğu şirket tarafından pek de önemsenmiyor gibi görünüyor, çalışanlar bir tür köle ırkına mensup, her yerde kablolar salkım saçak. Yani hiç de ütopya sayılmaz. İkincisi de yine Güneş filtresiyle ilgili. Bu filtreyi kaldırabilen şalter neden tehlikeli ve devasa pervanelerin ve uzun ve dar bir köprünün arkasında ki? Pek anlamlandıramadım desem yeridir. İlk şalter pervaneleri durdurmaması, yalnızca yavaşlatması ve sürekli aşağıda tutulmasının gerekmesi de "Ama neden ki?" diye sordurttu. Cevaplarını tam alamadım, biraz daha ufak da olsa açıklama olsaydı daha tatmin edici bir sorun çözme macerası olurdu. Çünkü ağaç hanımefendi Jabe'in ölümü bir şekilde engellenebilirdi, biraz boşuna oldu gibi hissettirdi. En nihayetinde Doktor sonuncu pervaneyi yavaşlatılmamış haliyle geçmeyi başardı, diğerlerini de başaramaz mıydı ki?

Geldik bu bölümümüzün kötü karakterine, Cassandra. İnsan desek, olmaz, değil desek de olmuyor. İddia ettiği üzere kendisi son saf insanmış ve diğerleri gökyüzündeki her yıldıza dokunmuş, üremiş ve evrimleşmiş. Yürüyen ve konuşan ağaçlar ve diğer niceleri belki de Dünya üzerindeki türlerden oluşmuş desek yalan olmaz. Rose tabi ilk dakikadan itibaren kendisinden tiksiniyor ve hatta komik bir şekilde, "bu kadın nasıl sıçıyor?" dercesine arkasına kadar dolanıp inceliyor.

Cassandra'nın görünüşü bir yana, diğer misafirlere takdim ettiği hediyelerden bahsederken onların zaman içinde değişime uğraması, koskoca jukebox'ın iPod, deve kuşunun da ağzından ateş çıkaran bir kuş olarak tarihe geçmiş olması, bize de "Evet ya, şimdi elimde tuttuğum, her gün gördüğüm, kullandığım bir şeyi belki binlerce yıl sonra topraktan bir arkeoloji kazısı ile çıkartıp kim bilir ne anlamlar yükleyecekler, en çıkarımlarda bulunacaklar" diye düşündürtüyor ki bu çok hoş.

Ve en sonunda ilk defa zaman lordu kelimesini duyuyoruz, teşekkürler Jabe! Son sahnede de Doktor'un bir savaştan bahsetmesi, ırkından kalan son kişi olduğunu söylemesiyle kendisi hakkında biraz daha fazla bilgi edinmiş oluyoruz. Ayrıca Doktorun Jabe'e bir sahnede, "Eğer başımız dertteyse bize yardım edecek kimse yok" deyip, "Korkarım öyle!" yanıtını aldıktan sonra "İnanılmaz!" demesi, Doktor'un kişiliğine dair çok güzel bir örnek teşkil ediyor. Biz olsak korkar, çekinir, endişelenir ve hatta ağlamaya başlardık ama Doktor farklı. Hatta öyle farklı ki, Rose Doktor'a "Ona yardım et" demesine rağmen Doktorun Cassandra'nın ölmesini "Her şeyin bir vakti vardır ve her şey sonunda ölür" diyerek seyretmesi ve onu kurtarmaması, bir nevi intikamını alması, onun korkutucu ve merhametsiz yanını da fazlasıyla gösteriyor.

En nihayetinde Doktor'un Rose'a dediği gibi, bazı şeylerin veya bazı kimselerin zamanı dolar ve Doktor her ne kadar bir doktor(!) da olsa her şeyi veya herkesi kurtaramaz ya da kurtarmaz! Doktor'un bu yöndeki kararları ve tercihleri ilerleyen bölümlerde de karşımıza çokça karşımıza çıkacak gibi. Açıkçası, bu bölümden aldığım zevk kadar alacağıma fazlasıyla eminim.İlk defa TARDIS'in içini görerek başlıyoruz bu bölüme. Ne kadar da havalı öyle değil mi? O garip duvarlar, yeşil ama loş bir ışık... Üstüne üstlük Doktor'un "Ne kadar ileriye?" diye sorması ve Rose'un "Yüz yıl" demesi. Böylelikle Rose geçmişini bir nevi arkasında bırakıp geleceğe gitmiş oluyor. Ama yetmez. Daha da ileri, daha da ileri ve sonunda Dünya'nın sonundayız. Yıl 5.5/Apple/26, zamanımızdan 5 milyar yıl sonrası. Günümüzde geçen ilk bölüm sonrası hemen ikinci bölümde bu kadar uç sayılabilecek bir karar 5 milyar gibi aşırı uzun bir zamana yolcukuk etmemiz harika bir tercih olmuş. Yani TARDIS denen bu gizemli alet, gerçekten de Doktor'un iddia ettiği gibi zamanda ve uzayda dilediği gibi yolculuk edebiliyor, ayrıca yakıt masrafı da yok. Bu kadar komplike, aklımızın alamayacağı kadar sıradışı ve teknolojik bir alet bu TARDIS. Bununla birlikte Doktor ve Rose seyahat edecekleri yılı kararlaştırmaya çalışıp zamandan zamana atlarlarken Doktor'un TARDIS'i kullanma şekli, TARDIS'in bu gelişmişliğine çok güzel bir tezat oluşturuyor. Böylesine muazzam bir aletin daha dijital, daha otomatik olmasını beklerdik sanırım fakat Doktor'un bir şeyleri çevirmesi ve döndürmesi, düğmelere basıp kolları çekmesi ve vanaları kapatması, sonrasında da "Kapıdan çık, burası 22. Yüzyıl!" demesi, TARDIS'i tüm bu saydığımız özelliklerinin yanısıra şaşırtıcı bir şekilde analog yapıyor.

En nihayetinde kapıdan çıkıyoruz. Rose'un gördükleri oldukça hayret verici. Biz de en az onun kadar şaşırmıyor değiliz, Dünya, Güneş'e oldukça yakın ve Güneş patlıyor! Artık nereye geldilerse, içinde oldukları yere Güneş'in patlamasına rağmen hiçbir şey olmuyor. Teknoloji gerçekten çok gelişmiş, ağzımız hafif açık izliyoruz tabii bu patlamayı.

Rose, hepimizin aklındaki soruyu soruyor Doktor'a, "Bunun için mi buradayız?", "Yani, senin yaptığın şey bu mu?", "(Dünya'nın patlayacağı) son dakikada Dünya'yı mı kurtaracaksın?". Böyle sorarken düşünüyorum da, evet, Doktor böyle biri, hep Dünya'yı ve insanlığı kurtarır. Fakat Doktor, bu ve diğer tüm bölümler için referans olabilecek bir cümle kuruyor, "Kurtarmayacağım, zaman doldu". Evet, öyle görünüyor ki bazı durumlarda Doktor, bazı insanları ve/veya bazı şeyleri kurtarmayacak. Bunu hangi duygularla yapacak, henüz bilemiyoruz.

Tam bu sırada mavi renkli bir beyefendi geliyor ve siz de kimsiniz diyor haklı olarak. Oldukça da sinirleniyor. Doktor'un karakteri öyle neşeli ki, sadece gülüyor, lütfen sakin olun diyor ve bizi şaşırtacak başka bir şey çıkartıyor ceketinin cebinden: kimlik koyulan yerinde boş bir kağıt olan cüzdan. Kağıdı mavi beyefendinin yüzüne doğrultup kendinin ve Rose'un misafir olduğuna inandırıyor. Mavi beyefendinin tam olarak kağıda bakıp da ne gördüğünü bilemiyoruz, oldukça şaşırmış ve inanmakta güçlük çekiyor gibi gözüküyor. Kafası en az bizim kadar karışmış olan Rose'a dönen Doktor kağıdı gösterip bunun psişik bir olduğunu, kağıdı gösterdiği kişiye, Doktor ne görmesini isterse onu gösterdiğini açıklıyor. Milyon yılın icadı! Öyle ki kağıt cüzdanın içinde biraz yamuk duruyor, kenarları da biraz buruşuk ama Doktor'un da tabiriyle, kağıt da zaten biraz psişik. Her halükarda Doktor bunu ileride daha çok kullanacak gibi görünüyor, sevdim!

Ve geliyoruz, Doctor Who'nun kendi cantina sahnesine. Bilmeyenler ya da unutanlar için söylemekte fayda var, cantina sahnesi, Star Wars - A New Hope filmindeki,  Luke Skywalker, Obi Wan Kenobi, C3-PO ve R2-D2'nun Mos Eisley'de bir cantina'ya girdiği (hatta robotların içeri alınmadığı), Han Solo, Chewbacca ve diğer çeşitli uzaylı ırkları, yaratıkları ve insansıları bize gösteren, onların hayatlarını, gezegenlerini, geçmişlerini, mesleklerini, neden orada olduklarını, nereden geldiklerini gibi bir çok şeyi bize arkada kantin bandosunun çaldığı muhteşem müzikle merak ettiren çok güzel ve oldukça popüler bir sahne. Bu sahnenin bir diğer özelliği de, izlediğimiz filmin evreninin ne kadar geniş ve uçsuz bucaksız olduğunu, ana karakterlerimizden bağımsız olarak ilerleyen bölümlerde, sahnelerde nelere şahit olabileceğimizi şimdiden kanıtlaması. İşte Doctor Who'nun kendi cantina sahnesi de, mavi beyefendinin değişik isimlerdeki davetlileri tanıtarak içeri buyur etmesi. Bu sahnede ilk defa farklı yaratıkları, insansıları, varlıkları, uzaylıları, artık ne şekilde adlandırmak isterseniz, görüyoruz ve merak ediyoruz. Biz tabii bir yandan uzaylıları incelerken, bir yandan da mavi beyefendinin onların değişik isimlerini, geldikleri yerleri ve uğraşlarını dinleyip Rose'un yaşadığı şaşkınlığı yaşıyoruz. Acaba daha ne tür uzaylı ırkları göreceğiz, onların yaşamlarına, gezegenlerine, şehirlerine tanık olacağız diye büyük bir merak uyandırmayı başarıyor dizi içimizde, çok güzel bir his bu.

Örneğin tesisatçı hanımefendi. Kendisi ölmeden önce çok kısa bir sahneyle giriyor hayatımıza ama çok da etkili oluyor. Rose'un ilk defa uzaylı biriyle iletişime geçtiği kayıtlarımıza geçtiği bu sahnede, "Hala tesisatçılara gerek var mı?" ve "Nerelisin?" diye sorduktan sonra "Umarım vardır, yoksa işsiz kalırım!" ve "Crespallion" cevaplarını veriyor tesisatçı hanımefendi. Rose'un konuşma tarzı, tonlamaları, sanki günümüzde herhangi bir insanla rastgele konuşuyormuşçasına sohbet ediyor gibi olmasını çok sevdim. Halbuki tesisatçı hanımefendi Rose'dan 5 milyar daha sonra doğmuş uzaylı bir tür ve aralarında geçen konuşma tüm bunlara rağmen çok samimi, Rose bunu bilmesine rağmen çok doğal, bu da bu sahneyi izlenmesi daha keyifli hale getiriyor. Üstelik, "Crespallion" cevabını alan Rose, "Orası bir gezegen, değil mi?" diye soruyor, sanki arka sokağındaki fırını sorarmışçasına. "Hayır. Crespallion, Jaggit Brocade'in Scarlet Kavşağı'na bağlandığı yer, Konveks 56." şeklinde tarif eden tesisatçı hanımefendi de aynı rahatlık var, sanki herkesin bilmesi gerekirmiş gibi! Rose'un bu esnade yüzündeki şaşkınlık bizim yüzümüzde de yok değil. Tabii 5 milyar yıl sonra bile köleliğin olması, onun ancak efendisi izin verirse konuşabilmesi de oldukça etkileyici ve üzücüydü.

TARDIS ile ilgili yeni bir bilgi edindiğimiz kısımda öğreniyoruz ki meğerse uzaylıların İngilizce konuşmasının nedeni, bize TARDIS'in telepatik alanı beynimizin içinden geçerek simültane çeviri yapıyor olmasıymış. Rose da bundan rahatsız oluyor ve Doktor "Hiç böyle düşünmemiştim!" diyor. Küçük bir sahne gibi görünse de aslında ahlaki açıdan bir makinenin beynimize telepatik olarak girip başkalarının konuşmalarını İngilizce (ya da herhangi bir dilde) duymamızı sağlayan bir teknolojinin eleştirisi olarak yorumlamak hiç de zor değil, -ki bunu yapabilen bir makine daha başka neler yapar acaba diye sormadan da edemiyor insan. Üstelik anlaşılan tesisatçılar için hala iş var ama tercümanlık mesleği çoktan ölmüş...

Çok daha garip bir sahne ise, Rose'un hemen bu konuşmanın arkasından patlamış Güneş'in ve patlamak üzere olan Dünya'nın manzarasının önünde, günümüzden 5 milyar yıl sonra, Nokia 3200 telefonunu çıkarıp sinyal yok demesiydi. Biz tam "ya ne bekliyordun?" demek üzereyken, Doktor'un tam da Nokia 3200'ın batarya haznesine ve batarya çiplerine uygun bir cihazı ceketinin cebinden çıkarıp bataryanın yerine takması ve bir hokus-pokus yapmasıyla şok olduk. Soracak çok soru var ama sormaya çekiniyorum. Yalnızca demek ki Doktor'un cebi de belki TARDIS gibidir ve kötü günlerde lazım olabilecek, uzay ve zaman boyunca yapılmış her cihaz için birer aleti yanında taşıyordur diye düşünüyorum kendi kendime. Şaka bir yana, komik ama abes gelmeyen güzel bir sahneydi, her ne kadar Rose'un 5 milyar yıl öncesini arayıp annesiyle telefonda görüşmesini beynim tam olarak kavrayamamış olsa da, o sahnenin yaşatmak istediği ben şahsen aldım. Bu yüzden şikayet etmiyorum. İlginç bir adam bu Doktor, orası kesin!

Aklıma takılan, "başka türlü olsaydı sanki daha iyi olurdu!" diyebileceğim iki şey daha var. Bunlardan ilki, robot örümceğin tek tuşla güneş filtresini kaldırabilmesi ama mavi beyefendinin bunu engelleyememesi veya bir şekilde geri alamaması ilginç geldi. Son teknoloji ürünü bir uzay platformundaki en kritik parçanın, Güneş filtresinin, sanki daha fazla ve daha farklı güvenlik önlemleri ile kaldırılabiliyor olması gerekirdi gibi düşünüyorum. Ama yine de bunu savunacak olmam gerekirse de, platform zaten sahibi olduğu şirket tarafından pek de önemsenmiyor gibi görünüyor, çalışanlar bir tür köle ırkına mensup, her yerde kablolar salkım saçak. Yani hiç de ütopya sayılmaz. İkincisi de yine Güneş filtresiyle ilgili. Bu filtreyi kaldırabilen şalter neden tehlikeli ve devasa pervanelerin ve uzun ve dar bir köprünün arkasında ki? Pek anlamlandıramadım desem yeridir. İlk şalter pervaneleri durdurmaması, yalnızca yavaşlatması ve sürekli aşağıda tutulmasının gerekmesi de "Ama neden ki?" diye sordurttu. Cevaplarını tam alamadım, biraz daha ufak da olsa açıklama olsaydı daha tatmin edici bir sorun çözme macerası olurdu. Çünkü ağaç hanımefendi Jabe'in ölümü bir şekilde engellenebilirdi, biraz boşuna oldu gibi hissettirdi. En nihayetinde Doktor sonuncu pervaneyi yavaşlatılmamış haliyle geçmeyi başardı, diğerlerini de başaramaz mıydı ki?

Geldik bu bölümümüzün kötü karakterine, Cassandra. İnsan desek, olmaz, değil desek de olmuyor. İddia ettiği üzere kendisi son saf insanmış ve diğerleri gökyüzündeki her yıldıza dokunmuş, üremiş ve evrimleşmiş. Yürüyen ve konuşan ağaçlar ve diğer niceleri belki de Dünya üzerindeki türlerden oluşmuş desek yalan olmaz. Rose tabi ilk dakikadan itibaren kendisinden tiksiniyor ve hatta komik bir şekilde, "bu kadın nasıl sıçıyor?" dercesine arkasına kadar dolanıp inceliyor.

Cassandra'nın görünüşü bir yana, diğer misafirlere takdim ettiği hediyelerden bahsederken onların zaman içinde değişime uğraması, koskoca jukebox'ın iPod, deve kuşunun da ağzından ateş çıkaran bir kuş olarak tarihe geçmiş olması, bize de "Evet ya, şimdi elimde tuttuğum, her gün gördüğüm, kullandığım bir şeyi belki binlerce yıl sonra topraktan bir arkeoloji kazısı ile çıkartıp kim bilir ne anlamlar yükleyecekler, en çıkarımlarda bulunacaklar" diye düşündürtüyor ki bu çok hoş.

Ve en sonunda ilk defa zaman lordu kelimesini duyuyoruz, teşekkürler Jabe! Son sahnede de Doktor'un bir savaştan bahsetmesi, ırkından kalan son kişi olduğunu söylemesiyle kendisi hakkında biraz daha fazla bilgi edinmiş oluyoruz. Ayrıca Doktorun Jabe'e bir sahnede, "Eğer başımız dertteyse bize yardım edecek kimse yok" deyip, "Korkarım öyle!" yanıtını aldıktan sonra "İnanılmaz!" demesi, Doktor'un kişiliğine dair çok güzel bir örnek teşkil ediyor. Biz olsak korkar, çekinir, endişelenir ve hatta ağlamaya başlardık ama Doktor farklı. Hatta öyle farklı ki, Doktorun Cassandra'nın ölmesini seyretmesi ve onu kurtarmaması, bir nevi intikam alması, onun korkutucu ve merhametsiz yanını da fazlasıyla gösteriyor.

En nihayetinde Doktor'un Rose'a dediği gibi, bazı şeylerin veya bazı kimselerin zamanı dolar ve Doktor her ne kadar bir doktor(!) da olsa her şeyi veya herkesi kurtaramaz ya da kurtarmaz! Doktor'un bu yöndeki kararları ve tercihleri ilerleyen bölümlerde de karşımıza çokça karşımıza çıkacak gibi. Açıkçası, bu bölümden aldığım zevk kadar alacağıma fazlasıyla eminim.


Ek Dosyalar Ekran Görüntüleri
                       
                   
                   
                   
           
İmza
 [Resim: forum.png]
 [Resim: 76561198282273437.png]
[Resim: ruql084.png]
 
 
 
Bul
Yorum YokBu konuya henüz yorum yazılmamış




Konuyu Okuyanlar: 1 Ziyaretçi