Çok Geniş Bir Giriş
Uzun bir aradan sonra tekrar dönüp dolaşıp gençlik aşkım olan Doctor Who'yu tekrar izlemeye başladım. 11. sezona dek, yeri gelince eleştirdiğim, beğenmediğim bölümleri olmuş olsa da zevkle, kaçırmadan izledim ve takip ettim. Doktor'un kadın yapılması kararı yalnızca Dünyamızı son zamanlarda etkileyen gereksiz eşitlikçi hareketin bir sonucu olarak görüyorum, tıpkı hemen hemen diğer tüm dizi/film işlerinde olduğu gibi. Yanlış anlaşılmasın, kadınları ve kadınların haklarını sonuna kadar destekliyorum, savunuyorum ve Jodie Whittaker'ı da bir aktör olarak kötü bulmadım fakat biliyorsunuz ki Amerika'da başlayan bu akımdan etkilenen, özellikle başta sinema sektöründe olmak üzere şirketler ne yazık ki aktör, başrol seçimi gibi bazı kararları yeteneğe ve diğer tüm çeşitli sinematik başarılara göre almak yerine sadece çeşitlilik olsun, kadın oyuncu da bulunsun, tepki çekmeyelim diye alıyor. Bu düşünceyle alınan kararlar da dizilerin, filmlerin kötü olmasına yol açıyor. Bunu kadınlara ve kadınlığa bir saldırı olarak düşünmeyin, bu örnek her cinsiyet, her ırk için geçerli. Yapımcı şirket ve yönetmen, istediği rol için istediği kişiyi baskı altında kalmadan oynatabilmeli. Bir rol için kadın oynatmak, erkek oynatmak, Afro-Amerikalı oynatmak, Asyalı oynatmak, eşcinsel oynatmak zorunda kalmamalı. Rol için yazılan karakter kadın da olabilir, erkek de olabilir, eşcinsel de olabilir, Dünyanın herhangi bir ülkesinde yaşayan, herhangi bir dili konuşan, herhangi bir yaştan, herhangi bir dine mensup, herhangi biri olabilir. Bu karaktere en uygun cast seçimi yapılması gerekir. İşte bu yapılmadığında ortaya kötü bir yapım çıktığı kanaatindeyim. Örneğin Yüzüklerin Efendisi ve Orta Dünya evrenini bizlere kazandıran Tolkien, bu eserleri kaleme alırken, yarattığı fantastik evren içinde örneğin bir Afro-Amerikalı ya da eşcinsel bir birey hayal edip tasvir etmemiş. Bu sebeple Amazon'un yeni yapımında Tolkien'in kalemine sadık kalması ve saygı duyması, ona göre cast seçimi yapılması gerekir. Yapılacak mı, yapıldı mı, göreceğiz. Uzun lafın kısası, sevgili Jodie Whittaker'ı da ne yazık ki "başrol bu sefer de kadın olsun" şeklinde bir düşüncenin kararı olarak gördüğümden ve yazılan senaryoların da Doctor Who evrenine yakışmadığını düşündüğüm için, yalnızca 10 sezonun tamamını zevkle izleyebildim ve 11. sezonun bir kısmını pişman olarak, üzülerek izledim.
Yeni Bir Macera Başlıyor
"Bunların 1. bölümün incelemesinde ne işi var?" diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Bu sorunun iki cevabı var: ilki; Jodie Whittaker'lı yeni sezonların üzerimde yarattığı hayal kırıklığı o kadar büyükmüş ki, burada dahi yazamadan edememişim, ikincisi; ilk sezonun ilk bölümünü izlerken anladım ki, bu bölümler ile daha sonradan konuşacağımız bölümlerin arasındaki farklılık çok fazla ve ben size bunların arasındaki kontrastı daha ilk bölümden göstermek istedim.
Tabii ki diziyi yayınlandığı yıl olan 2005'e göre yorumlamak imkansız. 2021'in son aylarından izleyince, özellikle Mickey'nin ellerinin çöp kutusuna yapıştığı, Nestene Bilinci'nin gözüktüğü ve binalarda patlamaların yaşandığı sahneler göze pek iyi gelmeyebilir ama Doctor Who'nun yaptığı en iyi şey, size bunları çok güzel bir şekilde unutturması ve yarattığı evrenin içerisine insanı kolayca çekmesi. Yani bu ve bu tür sorunları, eksiklikleri izlerken değil de, incelerken fark edebiliyorsunuz ancak. Ben de bir nostalji sever olarak belirtmek isterim ki, bu tür efektleri beğeniyorum bile, yalan söyleyemem!
Ana karakterimiz Rose, hepimizin yaşayabileceği/yaşadığı bir evin bir odasında, yatağında alarm sesine uyanıyor işine gitmek için. Çok sıradan, çok basit, üstelik bunları kötü anlamda söylemiyorum. Bana anında, "aha işte ben de aynı böyleyim!" dedirtiyor ve bunu başardığı için hemen kendimi Rose'un yerine koyabiliyorum. Sabah işine kalkıyor, sevgilisiyle bir molada buluşup yemek yiyip vakit geçiriyor, işine geri dönüp çalışıyor... Son yıllarının da bu şekilde geçtiğini tahmin etmek hiç de zor değil, hemen hemen hepimiz gibi. Ama birden bir aksilik neticesinde Doktor'a rastlıyor ve Doktor onun elinden tutup Rose'u, yani bizi, sıradan, basit, heyecansız hayatımızdan çekip çıkarıyor ve birlikte bir maceraya atılıyoruz.
Rose'un sürekli Doktor'a soru sorması fakat uzaylı olduğunu, onun yanında tehlikede olduğunu anlamasına rağmen vazgeçmiyor ve peşini bırakmıyor. Bu bölümde bunu çeşitli sahnelerde görmek mümkün. Doktor da Rose'un peşini bırakmıyor ya, neyse! Birazdan buraları da konuşacağız.
Bu bölümdeki kötü karakterimiz yaşayan plastikler! 2005 için daha güzel bir konu seçilemezdi sanırım. Nestene Bilinci adlı yaşayan plastik -daha çok canlı bir volkana benziyor- çok önceleri yaşanan bir savaşta gezegenini ve beslendiği diğer gezegenleri kaybetmiş olacak ki, Dünya'yı ele geçirmek için İngiltere'ye gelmiş. Nestene Bilinci'nin bu ırkın imparatoru mu, yöneticisi mi, vekili mi, vatandaşı mı, son hayatta kalanı mı, yaydığı dalgalar nedir vb. soruların cevabını alamıyoruz, bu konu hakkında biraz daha detay iyi olabilirdi diye düşündüm çünkü merak etmemi sağladı, -ki bu da Doctor Who'da en çok yaşayacağımız hislerden bir tanesi. Bir diğer his de whoisdoctorwho.co.uk internet sitesinin sahibi Clive'ın alışveriş merkezinde karısı ve çocuğunun yanında öldürüldüğünde yaşadığımız his. Doctor Who'nun yeri geldiğinde acımasız olabileceğinin sinyallerini ilk bölümden vermeye yetiyor bu sahne. Plastikler, komik görünüyorlar ama ölümcül! Bu formül ilerideki tüm kötü karakterlerimiz için geçerli olabilir!
Nestene Bilinci yaydığı bir çeşit dalgalar ile plastik mankenlere hayat veriyor ama mankenlerin ellerinin ortadan ikiye açılarak ateş etmelerini sağlayan şey nasıl oluşuyor, içine nasıl mühimmat konuluyor da birden canlanan plastikler ateş etmeye başlıyor, ateş ettiği malzeme nedir ve nereden geliyor ve neden yalnızca mankenler canlanıyor, bunlar biraz benim havada kalan sorularım ama çok da dert etmedim. Dünya'daki tüm plastikler (örneğin plastik koltuklar, plastik şişeler vb.) birden canlanıp çöp kutusunun Mickey'i yuttuğu gibi insanlığı "yiyerek" yok etmeye çalışsaydı, çok daha ürkütücü ve tutarlı olabilirdi diye düşünüyorum.
Rose'un annesi ise diğer küçük ama güzel bir ayrıntı, bahsetmeden geçemeyeceğim bir türden. Kendileri bu bölüme çok doğallık katmış. Patlama yaşandıktan sonra akrabalarıyla telefonda sürekli konuşması, tazminat için uğraşması, son sahnelerde karakola gidip tazminat için belgeleri edinmesi, konuşması ve hatta Doktor'a sarkması, bilim kurgu/fantaziden bizi gerçek dünyaya getiren güzel bir nüans olmuş, olmasa olmazdı diye hissettim.
Mickey'den de biraz bahsetmek gerek. Rose'un yanına, binada yaşanan patlamadan sonra gittiğinde aklı hala maçta. Biraz uçarı, fazlasıyla normal, keyifli biri gibi görünüyor. Kendisiyle ilgili pek fazla bir bilgi edinemesek de Rose ile normal bir insanın arasındaki kontrastı dizinin bize gösterebilmesi için çok önemli bir rol oynuyor. Rose'un da Mickey'nin öldüğünü düşünerek Doktor ile yaşadığı atışma, bize Doktor'un, Rose'un da tabiriyle bir uzaylı olduğunu ve bu tür konuşmaların ve tartışmaların daha çok yaşanabileceğini şimdiden haber ediyor!
Ve Rose'a gelince... İlk kısımda birazcık bahsettim ve Rose hakkında konuşacaklarımız daha çok uzun ve kesinlikle bu bölümle sınırlı kalmayacak fakat yine de biraz daha kendisi hakkında konuşmak gerek. Kendisi sıradan gibi görünebilir ama bir yandan da korkusuz, cesur, inatçı ve zeki. Kendisine hayat veren Billie Piper çok iyi bir iş çıkarmış. İlk sahnelerde mağazada aşağıya inmesi gerekti, tamam ama ürkütücü şeyler olmaya başladığında da kaçmak, korkmak yerine üzerine gitti. Belki şaka sandı, belki başka bir şey ama hepimiz olmasa dahi çoğumuz kaçardık demeye gerek dahi yok sanırım. Üstelik Rose final sahnesinde, Doktor kaç dediği zaman ilk önce merdivenler yok oldu diyor ve sonra da TARDIS'e yöneliyor ama anahtar olmadığı için açamıyor, kaçmanın nafile olduğunu anlayıp "Dünyanın sonu (end of the World)" diyerek Doctor'ı kurtarmak için hamle yapıyor. Burada aslında bir çelişki var gibi görünüyor ama bence Rose, dizinin final sahnesine kadar olan tüm sahnelerde bize hissettirdi ki, merdiven yıkılmış olmasaydı, TARDIS'in kapıları açık olsaydı da Doktor'a bir şekilde yardım etmek için geri dönerdi, bu sebeple kaçmak isteyebilirdi. Tabii bunun cevabını bilemiyoruz. Belki de arkasına bakmadan kaçacaktı, tüm bu yaşananlar onu bu hamleyi yapmaya itti. İki seçenek de gayet mümkün ve bana kalırsa ikisi de doğru, yani Rose kaçmazdı, Doktor'a yardım ederdi ama kaçamadı ve yine Doktor'a yardım etti. Zorunluluktan mı? Sanmam. Rose'un en son sahnede TARDIS'in önünde ayağa kalkarak yükselmesi, Doktor ile Mickey'nin "bırak onu!" demesine aldırmadan bakışması ve zincire koşarak, "notlarım A değildi!", "işim yok!", "geleceğim yok!", "ama neyim var söyleyeyim, Jericho Caddesi 7 yaş altı okulu jimnastik takımı, bronz madalya!" demesi onu bu bölüm karakter olarak gerçekten zirveye taşıyor ve kesinlikle kaçıp gittikten sonra geri dönerek Doktor'a yardım edecek olmasından çok daha güzel bir sahne olduğu kesin. Çünkü bu sahne, belki 20 yıl önce (yaşını henüz bilmiyoruz) gittiği bir okulda katıldığı jimnastik takımında aldığı 3. derecesiyle ve bronz madalyasıyla gurur duyduğunu göstererek Rose'un bizden biri olduğunu fazlasıyla kanıtlıyor ve aldığı bu bronz madalya Doktor'u kurtarmaya yetiyor! Fakat şunu da unutmamak gerek, yine son sahnelerde Mickey'nin TARDIS'ten dehşet içinde çıkıp da Rose'un gayet rahat davranması, annesini araması, TARDIS'in gözlerden kaybolduğunda Mickey'nin şoka girmesi ama Rose'un yine sakin kalması gibi görüntüler, Rose'un bir yandan da sıradan biri olduğuna ışık tutar nitelikte. Kim olsa Mickey'nin verdiği tepkileri verirdi, haksız mıyım?
İşte Rose böyle bir karakter, çelişkilerin, ikilemlerin kadını. Konu Rose olunca hep bir paradoks, hep bir çelişki ve ikilem meydana geliyor.
Gelelim assolistimize, mavi polis kulübeli Doktor, Christopher Eccleston!
Oldukça neşeli, hareketli ama yeri geldiğince ciddi ve katı. Plastik Mickey ile Rose'un konuştukları restoran sahnesinde şarap ikram etmeye çalışan Doktor ve Nestene Bilinci ile son sahnede konuşma yapan, savaştan bahseden Doktor... Ne büyük fark ama! Doktor'un çok derin bir kişiliğe ve geçmişe sahip olduğunu anlamamak çok zor. Dünya'nın dönüşünü hissettiğini söylerkenki ciddiyetiyle, ilk defa aynaya bakıp kendini ilk defa görmesiyle verdiği tepkiler ve genel olarak oyunculuğu çok iyi. Yeri geldiğinde korkutucu, yeri geldiğinde eğlenceli, büyük bir geçmişi olan, savaştan çıkmış, Dünya'yı kurtarmaya yemin etmiş ve ondan "henüz yeni emeklemeye başladılar!" diye bahseden, TARDIS adında bir mavi polis kulübesine binip ortadan kaybolan bir uzaylı! Daha ne isteriz ki? TARDIS'ten de daha çok bahsedeceğimiz bölümler gelecek, hepimiz aklında fazlasıyla soru işareti bırakmayı başardı, içi dışından büyük, zamanda ve uzayda yolculuk edebilen, neyle çalıştığı, nasıl çalıştığı bilinmeyen bir alet. Bununla birlikte bolca gizem de beraberinde geliyor... İlk aklımıza gelen ve belki de yanıtını hiçbir zaman alamayacağımız soru da, bu Doktor Kim ola ki?